23 Kasım 2012 Cuma

CAST AWAY

"Şimdi ne yapmam gerektiğini biliyorum, nefes almaya devam edeceğim. Çünkü yarın güneş yine doğacak, zamanın ne getireceğini kim bilebilir ki?" (Chuck Noland)


   Bu cümle Tom Hanks'in "oyunculuğun kitabını" yeniden yazdığı, dramanın dibine vurup "Adam cidden müthiş oyuncu yaa" dedirttiği eski bir filmden alıntı..

  Kurulu bir düzeni, geleceğe yönelik planları, yoğun bir işi, ama aslında oldukça sıradan bir yaşantısı olan işkolik kahramanımız Chuck seyahati esnasında talihsiz bir uçak kazasıyla ıssız bir adaya düşer. Altüst olan yaşamında artık yalnızdır ve yüzleşmesi gereken sadece zorlu doğa şartları değil, kendi kaderidir.
  
  Chuck'ın adada başladığı bu yeni hayatta ayakta kalabilmek için temel gereksinimi; temiz su, yiyecek, alet edavat kadar "umut"tur..
   
 Gerekli malzemeleri elde edebilmek için ayıkladığı enkaz kalıntılarından çıkanlar, "ıssız adaya henüz düşmemişlerin" hayatındaki gereksizlikleri de bir bir ortaya koyar aslında.. Evlilik anlaşmaları, tebrik kartları, yeni elbiseler, ayakkabılar, kısacası tüm bunlar sosyal bir yaşam içinde insanlar için değerli, hatta vazgeçilmez unsurlar gibi görünse de, doğa koşulları karşısında çaresiz ve tek başına kalan birey için hiç bir önem arzetmemektedir. Onun dünyasında yapraklardaki su damlalarını biriktirmek, meyve toplamak, balık avlamak. ateş yakmak kısacası hayatta kalmaktır asıl mühim olan.. Bir gün bir geminin onu kurtaracağını umarak, sevdiği kadını düşünerek, enkazda bulduğu bir voleybol topunu dost edinerek geçen 4 koca yıl ve geçirdiği zor günler Chuck Noland'ı yıldırmak yerine hayata bağlar..
  
  Filmin gerisini, izlemeyenler için yorumlamayalım, ancak bu güzel filmle ilgili söylenecek çok söz olduğunu da belirtelim. Film, gereksiz aksiyonlara kalkışmadan, hafif temposuna rağmen izleyicisini ayrıntılarda boğmayan, başından sonuna kadar kendini izlettiren başarılı bir yapım ve Tom Hanks'in usta oyunculuğuyla kesinlikle izlenilesi...

V for Vendetta


” Bu maskenin altında bir yüz var, ancak benim değil.
Ne altındaki kaslardan daha ‘ben’dir o yüz… Ne de altındaki kemiklerden. Bu maskenin altında etten daha fazlası var. Bu maskenin altında bir fikir var! Ve fikirler kurşun geçirmez. ” (V)



+Kim, kimsin sen ?
- Kim ?
Neye göre kimim ?
Maskeye göre mi, yoksa içimdeki ben’e göre mi ?
Maskeli bir adamım ben .

+Bunu görebiliyorum .
- Elbette görebilirsin .
Senin gözlem gücünü sorgulamıyorum .
Maskeli bir adama kim olduğunu sormandaki paradoksa dikkat çekiyorum.




Peki ya o adam? Adının Guy Fawkes olduğunu ve 1605 yılında Parlamento Binası’nı havaya uçurmaya çalıştığını biliyorum. Ama aslında kimdi o? Nasıl biriydi? Bize adamın kendisini değil, savunduğu fikri unutmamamız söylendi. Çünkü bir insan başarısız olabilir. Yakalanabilir, öldürülebilir ve unutulabilir. Ama bir fikir 400 yıl sonra bile, dünyayı değiştirebilir. Fikirlerin gücüne doğrudan şahit oldum. İnsanların bir fikir uğruna
birbirlerini öldürdüklerini hayatlarını feda ettiklerini gördüm. Ama bir fikri öpemezsiniz. Ona dokunup sarılamazsınız. Fikirler kanamaz. Onlar acıyı hissedemez. Ve onlar sevemez. Ve özlediğim bir fikir değil bir adam.
5 Kasım’ı unutmamamı sağlayan adam.



“Toplumlar, kendi devletlerinden korkmamalı.
Devletler, kendi toplumlarından korkmalı.
Bina nasıl bir sembolse, onu yıkma eylemi de bir semboldür.
Sembollere anlam kazandıran insanlardır.
Tek başlarına semboller anlamsızdır ama yeteri kadar insanla bir binayı havaya uçurmak dünyayı değiştirebilir.” (V)



”Uzunca süre maske takarsan altındaki kişiliği de unutursun.”



- O kimdi?
+ Edmond Dantes’ti. Babamdı ve annemdi. Erkek kardeşimdi. Arkadaşımdı. O sizdi, bendi. O hepimizdi. O geceyi ve onun bu ülke için anlamını kimse unutmayacak. Bense o adamı ve onun benim için anlamını hiç unutmayacağım.



“Artık korkacak birşeyin kalmadığına göre tamamen özgürsün!”


"Benimki gibi bir hikaye asla anlatılmamalı. Çünkü esrarlı dünyasının kapıları açıldığında, dağılabilecek kırılgan bir hayatım var." 
Sayuri



"Annem kızkardeşim Satsu için hep bir ağaç gibi derdi. Benimse, bir suya benzediğimi söylerdi. Su yoluna taş bile çıksa akmaya devam eder. Akamazsa kendine yeni bir yol bulur.."



"Başkan'ın bana verdiği parayla bir ay boyunca pilav ve balık yiyebilirdim. Ama ben, o parayı dua ederken adadım. Bir Geyşa olmayı ve bir gün o adamla bir kez daha karşılaşmayı diledim."




"Şansın varken hayatını renklendirmelisin. Kiraz çiçeği efsanesi.."




"Biz mutlu olmayı umamayız Sayuri. Bunu haketmiyoruz. Hayat devam ederken, beklenmedik bir hediye sadece. Sonsuza dek sürmez."



"Geyşa değişken bir dünyanın sanatçıdır. Dans eder, şarkı söyler. Seni eğlendirmek için ne istersen yapar. Geride kalanlar gölgeler ve sırlardır."


...
"Yalnızlık.
Her kimliğe doğuştan yazılı tek uğraşıdır insanın bir yaşama sırasında...
Tek sermayesi, sahip olduğu tek şeydir,
Kıymetini bilmelidir, dedi.

Yalnızdır insan;
Hep kalabalıklara karışma telaşı bundandır.
Kalabalık yalnızlıklar, yalnız kalabalıklar oluşur, şehir şehir ülke ülke.
Kalabalık arttıkça artmaktadır yalnızlık da.
İnsan bir ölümü istemez, bir de ondan beter bir yalnızlığı...
Ama ikisi de muhakkak gelir başına bir yalnız yaşama sırasında.
Ölümün değil ama yalnızlığın bir tek çaresi var, dedi.
Tek çaresi aşktır bir yalnız yaşama sırasında nefes almanın...
Aşk da zaten iki yalnızın ortak bir yalnızlıkta buluşmasıdır, dedi.

Aşık olun!
Gösterin birbirinize yalnızlıklarınızı...
Nasılsa ayrılık insanın tek kişilik yalnızlığını özlemesi.
Sade ölüm değil, ayrılık da yaşamın emri..

Evet söyledi...
Ya da ben duydum...
Duyduğuma göre elbet bir ses söyledi bu söylendikçe usulen söylenir olan sözleri.
Evet duydum söyledi...
Her duyduğumda ağladım...
Pek çok ağlayışım sırasında duydum...
Kalbim tutanak tuttu duyduklarıma...
"Soruldu" dedi, cevap alındı.
"Yaşamak" dedi, "tek marifetiniz -biraz özen gösteriniz."
"Zulüm kimse zalimlik yapmayınca biter -mazlumlar dahil" dedi.
"Ama yapmayın, o daha bir çocuk" dedi Tanrı..

Ya gördüm neyleyim?!
İnsanlar vardı duvarın içinde.
Ya ben hep duvara konuştum
Ya da duvar değil konuştuğum, içinde insanlar var.
Nedense beni anlasın istedim içinde insan olan duvarlar.
Bilmiyorum,
Belki de ben gerçekten delirdim...
Onlar haklı belki de.
İçinde değil duvarların insanlar...
Sadece arasındalar..."



Bana Bir Şeyhler Oluyor/ Yılmaz Erdoğan

MEMENTO

  Hafızanıza ne kadar güveniyorsunuz? 

 Zihninizde, hatırlamaya çalıştığınız bir olayın, kişinin, yerin ya da zamanın, gerçeğinden farklı versiyonlarıyla karşılaştınız mı?

  Yaşandığını bile anımsamadığınız anların aniden belleğinizde belirmesiyle irkildiniz mi?

 Zamansız farkettiğiniz ayrıntılar sizi geçmişinize ait düşüncelere sürükledi mi?

 Nerde, ne zaman, ne şekilde hayatınıza dahil olduğunu kestiremeseniz de bazı şeylerin önceden de yaşandığına dair o bilindik duygu sardı mı sizi de?

 ”Hafıza bir odanın şeklini, bir arabanın rengini değiştirebilir. Anılar saptırabilir. Bunlar yorum, kayıt değil, gerçekler elindeyse bunlar önemsiz. ” diyerek özetliyor durumu filmin baş kahramanı Leonard Shelby.

 Yaşadığı talihsiz bir olay sonucu kısa dönem hafızasında ciddi kayıplar yaşayan Leonard sadece 15 dakikalık periyotlarla belleğini kullanabilmektedir. İçinde bulunduğu durum hayatını altüst etse de, karısın ölümüne, kendisinin de bu hastalığa mahkum olmasına neden olan kişiyi bulmaya kararlıdır. Hafızasındaki eksikliği gidermek için dövmeler, notlar ve  fotoğraflardan oluşturduğu kendine ait bir sistem kurar ve suçlunun peşine düşer.

 Film zekice kurgulanmış ters örgüsü, zamanlar ve olaylar arasındaki ani geçişleri ile temposunu düşürmeden ilerliyor, gergin geçen süre sonunda ise filmi baştan izlemek isteyeceğiniz sürpriz bir finalle sona eriyor. İzlenilesi..


“Seni unutmam gerektiğini hatırlayamıyorum.” 
(Leonard Shelby)

THE PURSUIT OF HAPPyNESS


Baba olmak..
Zorluklara karşı dayanıklı olmak..
Sevdiklerinin yanında, ailesinin başında durabilmek..
İnanmak ve başarmak..
Evladının mutluluğu için çabalamak..
O üzülüp hissetmesin diye ağlarken bile gülümseyebilmek..
Hayata ve insanlara karşı dik durabilmek..
Sevgiyle, azimle, inançla herşeyin üstesinden gelebilmek...

  Tüm bu güzel mesajları bünyesinde toplayan 2 saatlik enfes bir baba-oğul hikayesi..
Mutlaka izleyin:)


Le Diner des  Cons


Filmin adını duyan arkadaşlarımın "Aaa çok komiktir o, biliyorum ben onu hehehe" tepkisini verdiği, 'sen yeni mi keşfettin' bakışıyla şöyle bir süzüp "eski bi film aslında ama güzel" diyerek konuyu bağladığı, beni
'ben bunu bugüne kadar niye izlemedim ki' düşüncesine salan, sayesinde bahsettiğim bu olayın da bu hafta tam 3 kez başıma geldiği, güzel bir Fransız durum komedisi.
İzleyin derim:)